31.8.08

Denizciden içten selam

Cezayir’deki çalışmalarımız bitmişti. Limandan ayrılıyoruz. Piri Reis gemisi yarım yolla nazlı nazlı liman içinde seyre başladı. Güverteden etrafı seyrediyoruz. O sırada yaklaşık 50 m. Ötemizde, genç bir deniz subayı enfes bir selam duruşuna geçti. Yüzü bize dönük. Beyaz giysileri içinde bir heykel gibi. İnce yapılı uzun boylu Cezayir’li bir deniz subayı ay yıldızlı güzel bayrağıma saygı gösteriyor ve bunu çok güzel bir şekilde ilan ediyor. Biz de el sallayarak veya onun gibi asker selamıyla cevap veriyoruz. Gemimiz yavaş yavaş ilerliyor. Genç bahriyeli selam duruşunda. Devam ediyor… Tam sancağımızdaydı. Şimdi sancak kıç omuzluğumuzda. Yönünü hep bize dönük tutuyor. Yavaş yavaş uzaklaşıyoruz. Kolu hala yorulmadı. Eli hala şapkasının siperliğinde. Son ana kadar, gözden kaybolana kadar selamını bozmadı. Ne zaman bitirdi biz göremedik.
Sana da bayrağına da senin gibi sürekli, bizden de selam olsun Cezayir’li asker kardeşim.
Selam olsun…

.

27.8.08

Türk olmanın Cezayir keyfi

Piri Reis Arşt.Gemisi ile Cezayir'deyiz. Üniversiteleriyle denizde müşterek çalışmalarımız var. O sıralar bizden bir arkadaş (Şükran Cirik), orada hocalık yapıyor. Boş bir günümüzde Şükran; "Abi gel seni gezdireyim" dedi. Arabasına bindik, limandan ayrıldık. Şehrin en büyük meydanına geldik. Hatırladığım kadarıyla meydana 5 yol açılıyor. Kalabalık... Meydanın tam ortasında trafik polisi kan ter içinde vasıtalara dur-geç işaretleriyle hakim olmaya çalışıyor... Meydana girdik. Polisin yanında durduk. Adam kızar gibi oldu. "Kimsiniz ne halt ediyorsunuz?" mu dedi ne! Şükran Türk olduğumuzu, beşon dakika için park edecek yer aradığımızı söyledi Fransızca. Adamın gözleri parladı. "Türkmüsünüz?". "Türküz". "O halde" dedi, "ben daha iki saat burdayım. Gidin işinizi görün,iki saatten önce dönün". İkimiz de şaşırmıştık... Çok ama çok keyilenmiştim.

Cezayirlilerin Fransa'ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinde, neredeyse bütün gençler öldürülmüştü. Şehidin cebinden Türk bayrağıyla Atatürk'ün resmi çıkıyordu. 1950 li yıllardı. Ve biz bu konuda oyumuzu Fransa lehine kullanmıştık...


Yer yüzünde iki ülke var ki hala türkler sevilir. Cezayir ve Pakistan. Türk olarak mutlu olmak istiyorsan, ve tabii imkanların elveriyorsa bir uğra...

gurbette iki türk genci

Trablusgarp limanı iskelesinde gemimizin sığacağı kadar bir yere bağlanmiştık. Bulunduğumuz alan gümrüklü olduğundan kente gitmek ancak izinle mümkün. Gereğini yaptım. Yürüyorum. Bizim elçiliğe gideceğim. Nerden, nasıl? Bilmiyorum. Gümrük alanı içinde, ama aktif sahanın dışında bir yerdeyim. Bir baktım, bisikletli biri geliyor.Yaklaştı, dikkatlice baktım. "Evlat! bidakka baksana"dedim. Türkçe... önüme geldi "buyur abi" dedi. Libya'lılar genelde ufak tefek ve kavruk tiplerdir. Liman işaatı ve dalgakıran tamamen türk firması, mühendisleri ve işçileri eliyle yapılmış. İnşaat yer yer devam ediyor. Bisikletli genç buram buram Anadolu kokan yağız bir Türk genci. Kalbime bizden olduğu doğdu adeta. Derdimi anlattım. "Tamam abi" dedi. Sen burada bekle. 5-10 dakka sonra buraya bir sarı ford araba gelecek. Bastı pedala, gitti. 20-25 dakika sonra sarı ford tozu dumana katmış, yanıma geldi. Arslan gibi bir mühendisimiz, selam verip "emret abi" dedi. Utanmasam sevinç, daha çok gururdan ağlayacağım. Gazladık bir hayli uzaktaki elçiliğe vardık. Dönüş saatimi öğrenmek istedi. Gelip alacak. "Belli olmaz" dedim. Helallaştık ayrıldık.
Duyduğum hisleri, edindiğim mutluluğu, kelimeler ifadeden aciz

Vatan böyle evlatlara sahip olduğu sürece yıkılmaz dostlar.YIKAMAZLAR...

bukra işaallah (yarın inşaallah)

Piri Reis Araştırma Gemisi ile Libya'nın başkenti Trablusgarp'a geldik. Liman gemi dolu.İskeleye bordalamak istiyoruz, kıçtankara etmek için bile yer yok dediler. Mecburen açıkta demirledik (alargada kaldık). VHF 16. kanal sürekli açık. Köprü üstündeyiz. Fatih kaptan (Fatih Türküstün), Efe (Prof. Dr. Hüseyin Avni Benli) henüz asistan, ve galiba bir arkadaş daha sohbet ediyoruz. Gecenin 00.2 si. 16. kanaldan bağırtı başladı: "Port control, port control". Çok kısa aralıklarla ve artan heyecan ve yükselen ses ve kırık bir İngilizce'yle "liman kontrol liman kontrol mayday mayday yetişin I am firing". tekrar tekrar, yanıyorum yetişin diye bağırıyor. "Yahu herif yanıyor" dedim. Fatih fırladı, sancak yakasına baktı, döndü iskele yakasına (önce sağ tarafa baktı, sonra sol tarafa), ve yakaladı. 150 m. ötemizdeki bir geminin güvertesinden alevler yükseliyordu. O hepimizi neşeye garkeden heyecanlı haliyle "adam yanıyor yaav" diye bağırdı. Aksanından Yunanlı olduğunu tahmin ettiğimiz kaptan bağırıyordu hala "port control port control cevap ver. Yanıyorum. Yardım edin". Nihayet liman kontroldan uyku mahmuru,davudi bir ses arap ağzıyla cevap verdi; "Burası liman kontro ne istiyorsun". "yanıyorum acele yardım edin". Arap: "mevkiini bildir". Yunanlı "ne mevkii be. Look at the window, look at the window" Mevkii bırak, kaldır başını pencereden bak. Göreceksin diyesiye birşeyler söylemeye çalışıyor. Arap anlamıyor. Kaptan yırtınıyor, arap mevkii soruyor, ve sonunda arap patlattı: "Bukra inşaallah". Yarın inşaallah demekmiş. "Ne yarını ulan gemi yanıyor" dedikçe "bukra inşaallah yanıtı geliyor.
Sonunda kaptanın dediğini anlayan biri peydahlandı. Aradan iki saat kadar geçmiş, gemi alev içinde... yedeğe alındı, diğer gemilerden uzklaştırıldı.
YAAA! BUKRA İNŞAALLAH... BUGÜN GİT YARIN GEL derler adama.
YANARSIN...KİMİN UMURUNDA.......

24.8.08

nasihatlar

Gençlik yıllarımda, çinlilerin Tao, japonların Do dedikleri uzakdoğu felsefesinden baya etkilenmiştim. Türkçesi: yol demektir. Aşağıdaki uyarılarda tao izleri de görülebilir.

Dinle oğul bir çift sözüm var sana-Konuşursan has konuş - Bilmiyorsan konuşma...

Bilge kişi; değer vermez maddeye - Çok olanı iyi tart - Az olandan isteme...

Günler günü üzülsen çaresiz kalsan da - Sakın alma erdemini ayak altına - Dikkat et edindiğin övgüler yinelenmesin - Yinelenme yerine dikkat et yenilensin...

İyi belle; güç gösterisi olan yerde güçsüzlük vardır - Kötü olmak iyilikten kolaydır...

Ama adam, ama fikir, ama ide - Hiçbir şeyi zorla büyütme - Zorla büyütülen küçülür - Kesin buna yok çare...

Sağladıysan öldüğünde yok olmamayı - Bil ki garantiledin çok uzun yaşamayı...

Kaybın; Bencillik, nefret hırs ve gururundansa - Kaybet, daha da kaybet ne mutlu sana...

Kişi; yükseleceğine yücelmelidir - Çünkü yükselme utanca dönüşebilir...

Adım adım git oğul yolunda hedefine - Adım adım gidersen sağlık içre varırsın - Bir adımlık bellersen otuz adımlık yolu - Bil ki sonuç hüsrandır apışır da kalırsın

23.8.08

white ship! white ship

Piri Reis Araştırma Gemisini Vatan'a getiriyoruz. Manş denizi'ni gerilerde bırakmışız. Sabah saat 10 suları. Açıklardayız. Görünürde ne bir anakara ne de bir ada yok. Uzaklarda kocaman kara bir gemi peydahlandı. Denizlerde telsizin 16. kanalı sürekli açık tutulur."white ship, white ship" diye bağırıyor telsiz. Yani "beyaz gemi, beyaz gemi". çağrı kısa aralıklarla tekrarlanıyor. Ortalıkta başka tekne de yok. Herhalde koca gemi bize sesleniyor dedik. Cevap verdik. Konuştuk. Tanıştık. Meğer koca geminin filtresi bozulmuş. Makinelerimiz uyuşuyor. Sizde varmı? dediler. Bizde vardı. Bir süre sonnra bordo bordoya geldik. Koca geminin yanında ufacık sandal gibi kalmıştık. Filtreyi aldılar. çok sevinmişlerdi. Teşekkür ettiler. Bir kasa viski hediye edip yollarına gittiler... Dışarıdan ve uzaktan bizim gemi gerçekten beyaz görünüyor..............................

Malta'da iki dev

Piri Reis Araştırma Gemsi'nin yapımı 1978 yılında Oldersum (Almanya)'da bitmişti. Gemiyi yurda getiriyorduk. Bu yolculuk çok güzel anılarla doludur. Zaman zaman bu köşede paylaşacağız.

Cumhuriyet bayramımızı Lizbon'da kutladık. Portekiz elçiliğimizin bize gösterdiği dostluk ve yakınlığı asla unutamam.

Atlas Okyanusu'ndan Cebelitarık Boğazı yoluyla Akdeniz'e girdik. Birkaç liman ziyaretinnden sonra Valetta (Malta) limanı iskelesine bordaladık. Birkaç gün Oşinografi araştırma merkezinde çalıştık.

Birgün arkadaşlarla, yaşlıca bir hanımın dükkanından bazı hediyelik ıvır zıvır alıyoruz. Aramızda Türkçe konuşuyoruz. Kadın dayanamadı sordu kimsiniz diye... O sıralar saçına bir tel ak düşmemiş, 1.84 m. boyunda, geniş omuzlu, sportmen filinta gibi bir adamım. Saç sakal,bıyık kızıl... Birimiz biz Türk'üz dedi. Tam o anda ufak tefek bir hanım olan kadıncağız tam karşımda, başını yukarı dikmiş yüzüme bakıyordu. Hemen bir haç çıkardı ve "BARBAROSSA!" dedi...

16.YY. da Barbaros (Hızır Reis) ve leventleri Akdeniz'i haraca bağladığında, Malta açıklarında 10-15 gemilik Malta filosuyla kapışmış. Gemilerin hepsini yakıp birini bırakmışlar. Filo komutanını dümene diken Barbaros adama "var git Valetta'ya, Malta'lılar yarın beni adam gibi karşılasınlar". Demiş. Ertesigün adam gibi karşılamışlar. Maltayı vergiye bağlayıp, geçmiş Hayrettin Paşa... Teyze hanım böyle anlattı. Biz de galiba keyiften iyi alışveriş yaptık...

Geminin ikinci çarkçısı, makine mühendisi Bilal Nuriler isimli arkadaşımız. Bu Bilal de aslan gibi, boylu poslu kuvvetli bir delikanlı. Lavetta bulvarlarından biri oldukça geniş. Bir akşam üzeri Bilal'le kolkola girmişiz.Yaklaşık 30 derecelik meyilli caddede başlar dik, göğüs dışarda bayır aşağı marşlar söyliyerek rap rap aşağı doğru iniyoruz. Trafik derdi yok, Malta'lılar dönüp dönüp bize baktıça sesimizi yükseltiyor, daha bir askervari yürüyoruz. "Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahvadıyız.,Tufanları gösteren tarihlerin yadıyız., Kanla irf......".

Akşam gemide elektronik mühendisimiz Tarık Kardiçalı (Allah rahmet eylesin) "abi neydi o öyle - MALTA'DA İKİ DEV- herkes sizi seyrediyordu. Resmen ortalığı fehettiniz"dedi. Gülüştük.

18.8.08

su altında soğuk terler

Yıl 1972. Yugoslavya'nın (artık kalmadı ya!) Adriyatik denizi kıyılarındaki Portoroz kasabasında uluslararası deniz biyolojisi kurslarındayım. Avrupa ve afrikadan birçok arkadaş var. Türkiye'den yalnız ben varım. Almanya, Avusturya,İtalya, Bulgaristan,Romanya, Macaristan, Yunanistan, Mısır, Cezayir ve daha birkaç ülke birer ikişer kişi ile, Yugoslavya da on kişiyle katılmış. Elit bir profesor kadrosu tarafından verilen teorik bilgiler, bol deniz ve laboratuvar çalışmalarıyla pekiştiriliyor. Günlerimiz neşe içinde gayet güzel geçiyor.

O gün hastayım. Nezle, öksürük falan gibi... " Yarından sonra dalış var. Balıkadamlar hazırlansın. 40 m. ye kadar dalınacak" Dediler. Balıkadamlık, dalış, sualtı sohbetlerinden benim de balıkadam olduğumu herkes biliyor... Ama hastayım.Dalmamam lazım. Aramızdaki iki yunanlı da vaziyetin farkında. Boyuna fiştekliyor. Kafa bulmaya çalışıyorlar!

Tam adını hatırlayamıyorum. Avçin dediğimiz sloven bir arkadaş var. Durumu görüyor."Sumru dalmayacaksın değil mi?" dedi. "Mutlaka dalmalıyım. Yoksa bu yunanlılar hayat boyu beni alay ederek anacaklar. Lütfen bana antibiyotik ve burun damlası bul. İki günde düzelirim" dedim. Sağsa kulakları çınlasın, öldüyse rahmet ola... Hemen buldu. iki gün boyunca 4 saatte bir antibiyotik aldım.

Tekneye bindik. Hazırlıklar başladığında tıkalı burnumu damlayla açtım. Denize dik inen kayaların koltuğunda dalışa geçtik. 40 m. falan demişlerdi ama 25-30 m. civarında kayaların altında bir kovuğa girdik. Önde 3 yugoslav arkadaş (Avçin de var), arkada bir yunanlı ben ve daha 4 arkadaş takip ediyoruz. Önceden anlatıldığı gibi kovuğun içinde yavaş yavaş yükseliyoruz. Bir geniş yerde tüpleri çıkardık. Nefesle dar bir koridordan yükselerek geniş bir mağaraya girdik. Yüzeyledik ve nefeslendik. Muhteşem, geniş bir sualtı mağarasındaydık. Fauna ve florayla ilgili gözlem yaptık. Bazısı erkenden döndü. Ben mağara duvarlarındaki süngerlerle uzun uzun ilgilendim. Kadife siyahı, kanarya sarısı, kırmızı ve daha birçok renk ve tondaki süngerler. O sıralar bir arkadaşım süngerlerle ilgili doktora yapıyordu. O'na ufak tefek yardım ediyordum. Bu yüzden süngere ilgim üst düzeydeydi.

Bir baktım ki kimse kalmamış. İstemeyerek ayrıldım. Tüpleri bıraktığımız kovuğa snorkel yaptım. Tüpü taktım geldiğimiz yoldan geri döndüm. Yüzeye çıktım. Herkes 60-70 m. ilerdeki tekneye binmişti. Beni çağırıyorlardı.Daldım. 5 m. kadar derinlikte tekneye gidiyorum. Bir anda beni iliklerime kadar titreten görüntü sol çaprazdan sekiz on metre ilerideydi. Kocaman bir camgöz. Hemen durdum. Panik yapmadan hafif palet vuruşlarıyla geri geri gittim. 4-5 m. önümden geçiyordu. Tren katarı gibi. bitmek bilmiyordu mubarek! Hemen kayalara döndüm. Allah! Dönmüş geliyor... Yengeç gibi kayalara yapıştım. Tüpü ağzına verecek gibi pozisyon aldım (köpek balıkları tanımadığı nesneye kafa atar, yemeğe değerse saldırıya geçerler). Suyun içindeyim. SIRTIMDAN SOĞUK TERLER BOŞANIYOR. Öleceğim korkudan. Yine daha yakınımdan kabadayı kabadayı geçti. Bir daha gelirse kesin saldıracak... Bigayret yüzeye çıktım. Bir kaya çatlağından faydalanıp ayağımı sudan kestim. OHHH!

Arkadaşlara bağırıyorum. Duyan yok. Sonunda gördüler. "Gelsene ne işin var orda" diyorlar. "Köpek balığı" dedim. Geldiler. Tekneye atladım.

Büyük beyaz veya camgözle ilk karşılaşmamdı bu olay. Büyük ihtimalle de son karşılaşmam olacaktı...

Pinanın Gözü

Balık Davranışları isimli kitabımda da geçer. Balıkların davranışları ile ilgili ilk çalışmalarda kuşların davranışlarından da faydalanılmıştır. Araştırmacılar buna "adaptif davranışlar" adını verir. Kitapta bunları da anlattım. hatta 9 başlık altında toplanan adaptif davranışlara 10 uncu başlık olan uç (ekstrem) davranışlar bölümü tarafımdan ilave edilmiştir.

Bu uç davranışlar şaşırtıcı,değişik,çarpıcı hatta gizemlidirler. Bir hayli fazladırlar da.

Örneğin; hani bilirsiniz denizlerde pina denilen bir yumuşakça türü yaşar. Midyenin kocaman bir akrabasıdır. Midyeden 20-40 kez daha iri bir Bivalvae...

Pinalar çamur ağırlıklı diplerde, sap kısmı 10 cm. kadar zemine gömülmüş, geri kalan 10-40 cm. lik kısmı da su içinde ve dikine duracak şekilde yaşarlar. Kapaklarını açarlar ve sudaki tek hücreli mikroskobik bitkileri (fitoplankton) süzerek beslenirler.

Pinaların valfleri açıkken, balıklar için lezzetli besin oluşturan iç organları tamamen savunmasız durumdadır (kömür adı verilen koyu lacivert veya mavi yada siyah renkli kısmı attıktan sonra, iç organların tamamını yumurta ile yağda pişir, afiyetle ye) çünkü dışarıdan gelecek saldırıyı görecek bir organı yoktur.

Ancak pinanın içinde mutlaka küçük bir karides veya yengeç yaşamaktadır. Kabuklar açıkken, kabuğun tepesinden etrafı gözlemektedir. Yaklaşan balık, insan, dost, düşman herhangi bir canlıyı gördüğünde kendini pinanın içine bırakır. Pina da derhal kabukları kapatır. Her iki canlının da hayatı kurtulmuştur.

Pinanın içinde tehlikeden uzak, beslenerek yaşamını sürdüren yengeç, pinanın gözü olarak onu da korumuş olur.

15.8.08

Coulerpa sp. (Katil Yosun!)

Zavalli Coulerpa sp. (Katil Yosun!)

1970'li yıllardı. Bir Fransız meslektaşımız Batı Akdeniz'de Coulerpa sp ismindeki yosunun süratle çoğaldığını ve yaşadığı alanları istila ederek diğer bitkilere hayat hakkı tanımadığını, ve bu durumun da büyük tehlike yarattığını deklare etti.

Gerçekten bu yosun bulunduğu bölgeyi kendi inhisarına almakta ve diğer bitkilerden biraz daha fazla oksijen kullanmasıyla bilinmekteydi. 1980'li yıllarda da bizimkiler konunun üzerine atladılar. Çünkü bu bitki bizim sularda da yaşamaktaydı.

Önce zavalli yosuna katil yosun yaftasını yapıştırdılar. Giderek işi abarttılar da abarttılar öyle abarttılar ki sonunda işi yosunun bulunduğu bölgeye perde çekmeye kadar götürdüler.

Kardeşim bu ülkede yeni bina çöker çoluk çocuk ölür, tersanelerde adam gibi tedbir almazlar işçiler olur. Sen önce inşaattaki duvarın önüne perde çek de altında kalıp ölmesinler. Denize perdeymis. Ne için? Bir hiç için...

Bir çam korusunu veya ormanını gözünüzün önüne getirin. Bu korunun altında başka bitki yaşar mi? Yaşamaz çünkü orası çamlara aittir. Coulerpa da öyle. Bulunduğu alanda sahip O'dur. Deniz çayırları (Posidonia, zoostera vb.) dediğimiz çiçekli bitkiler, Sargassum ve daha bir çok alg türü de bu şekilde davranır. Bu konuyu radyo ve TV ropörtajlarında da dile getirdim. Ama sesimiz cılız çıktı. Felaket tellalarının sesi daha gür.

Çekin denize perdeyi. Dökün denize paraları. Ben çekilip kabuğuma güleyim sizin hallerinize, aslında ağlamam gerekirken...

14.8.08

Hoş geldin Sumru Baba

Sevgili Babamız,

Makalelerinden, şiir kitaplarından ve bilimsel kitaplarından sonra, keyifli ve bilgi dolu yazı ve yorumlarını internetten takip edebilecek olmak büyük zevk ve mutluluk.

Tüm sevenlerinin "Sumru Baba" diye çağırdığı Sen'i sadece "baba" diye çağırabildiğimiz için kendimizi şanslı addediyor ve bununla gurur duyuyoruz.

Tüm yazılarını, yorumlarını, anılarını, hikayelerini, şiirlerini merak ve sabırsızlıkla bekliyoruz.

En derin sevgilerimizle,

oğulların....
Oltaç - Burçak - Burak


selam olsun tüm dostlara