31.10.08

sökül paraları

Varna'daki toplantı bitti. Rus araştırma gemisiyle Kırım'a gidiyoruz. Bir süre Sivastopol'da deniz biyolojisi ile ilgili çalışmalarda bulunacağım.
Yolda matbu bir kağıt verdiler. Kimsin, nesin, pasaport no.su gibi sorulara ilaveten, yanında kaç para var diye bir soru da var. Cevap olarak; 35 Leva (Bulgar), 300 $ ve 320 000 000 Tl. yazdım. O zaman henüz TI. den 6 sıfır atılmamıştı.
Adamların uykusu kaçmış. Sabahı zor etmişler. Sabahleyin II. Kaptan gayet çekingen ve nezaketle kamarama geldi. İyi bir İngilizce ile "320 milyon dolar başınıza iş açar. Bu kadar parayı yanınızda taşımanız çok yanlış olur" falan gibi laflar etti.
Konuyu açıklamam pek de uzun sürmedi. Dolar sandıkları paranın değerinin, üzerimdeki dolardan daha düşük olduğunu vs. anlattıktan sonra, aman dedim herkese gerçeği söyleyin de, biri gırtlağıma çöküp "SÖKÜL PARALARI" demesin..........

29.10.08

deniz kırlangıcı nasıl SUMRU oldu

Tek hücrelilerden çok hücrelilere, süngerlerden derisi dikenlilere, balıklardan memelilere binlerce hayvan Türkçe bir isme sahiptir. Bazılarının ise hiç adı yoktur. Ancak bilindiği gibi bilimsel alanda her canlı mutlaka ve kural olarak en az iki kelimelik bir isimle (cins ve tür) anılır. Örneğin Pinus nigra: karaçam, Mullus barbatus: barbun, Homo sapiens: insan gibi…
Türkçemizde de; midye, karides, deniz hıyarı, kefal, kurbağa, timsah, serçe, kartal, yunus, domuz, maymun dendiğinde bu isimlerin sahipleri hemen algılanır.
Mesleğim gereği bir dönem su kuşlarıyla da ilgilenmiştim. Su tavuğu, ördek, karabatak, balıkçıl, martı gibi…
Deniz kırlangıcı olarak bildiğimiz, martıdan küçük bir deniz kuşu vardır. Foça’da, Orak adası ve çevre adacıklarda bol olarak bulunurlardı. Kıvrak hareketli, enerji dolu, atik, daha küçük hacimli beyaz bir martı gibidir. Bu kuşa martı diyenler olsa da, denizle haşırneşir olanlar farkı görmüşler ki, deniz kırlangıcı adını vermişler.
Ben Hidrobiyoloji Bölümü’nde doktora yaparken Tansu Gürpınar adındaki arkadaşımız da bizim kürsüde kuşlarla ilgili doktora çalışmalarına başlamıştı.Uzun yıllar Manyas Kuş Cenneti’nde çalıştı ve iyi bir su kuşları uzmanı oldu. Doktora çalışmaları boyunca kendisine bir hayli yardımcı olmuştum. Daha sonraları Çevre Bakanlığı’nda genel müdürlük yaptı ve emekli oldu…
1980 li yıllarda bir de baktım; deniz kırlangıcı sumru, adıyla yayınlanmış. Sordum soruşturdum, isim babası arkadaşım Dr.Tansu Gürpınar. O’na sordum bu ne iş? Diye. Sumru’cuğum senin denizdeki çalışmalarını, cevvaliyetini, atlamalarını, yüzme ve dalmalarını hiç unutamam. İyi tanınmayan bu kuşa senden esinlenerek sumru adını verdim ve yayınladım. Dostluğumuza güvenerek iznini almadan yaptım bu işi. Kusura bakma…
Ne kusura bakması. Çok ama çok mutlu olmuştum. Şimdi deniz kırlangıçları sumru adıyla literatürde… Sumru, gülen sumru falan gibi varyeteleri de var. Google’da, kuş kitaplarında bulabilirsiniz…
Bu olayın bana verdiği hazzı hazinelere değişmem inanın.

7.10.08

gagavuz türkçesi

Varna’daki Karadenize ilişkin toplantımız bitmişti. Rus meslekdaşlar ısrarla davet ettiler. Onların araştırma gemisiyle Kırım’a, oradan trenle Moskova’ya oradan da yine trenle Batum’a ve Trabzon’a gelmiştim. Çok ilginç yolculuklardı. İleride anlatacağım.
Sivastopol’da Biyoloji Arşt. Enstitüsü’nde on gün kadar çalıştım. Bu Enstitü Avrupa’nın en eski deniz biyolojisi laboratuvarlarından. Napoli’deki buradakinden birkaç yıl önce kurulmuş . 1760 lı yıllarda...
Bir ara Bölüm başkanı hoca yanıma bir asistanını rehber olarak verdi. Sumru dedi “bu genç sana şehri gezdirecek. Kendisi Türkçe de biliyor, rahat edersin”. Yola çıktık. İngilizceyi bırakıp Türkçe hitap ediyorum. Fakat ses yok. Sonunda “Hocam ben Türkçe bilmem” dedi. “Bildiğim, babaannemin küçükken bana kızdığı zaman söyledikleri”. İngilizceye dönmüştük artık. Peki ne derdi babaannen? “defol pis köpek” derdi… Anlamını biliyordu.
Şehri gezdik tozduk. "Babam memur. Türkçe bilir isterseniz bi uğrayalım" dedi. Tamam dedim. Babasının bürosu en az 70 m2 lik kocaman bir oda. Tavan 5 m. yüksekte. Küçük bir pencere. Küçük bir çalışma masası. Masanın başında babası çalışıyor. Başka kimse yok. Mekan çok geniş ama acayip kasvetli… Tanıştık, sohbete başladık. Kendilerinden, Gagavuz (Gök oğuz)’ lardan birçok konudan uzun uzun sohbet ettik. Oğluna neden Türkçe öğretmedin diye serzenişte bile bulundum…
Bir Anadolu türkü ile ilk defa konuştuğunu kendi Türkçesi hakkında ne düşündüğümü sordu. Gerçekten çok iyi idi. “senin Türkçen mükemmel” dedim. Anlamadı. “Şahane” dedim. Anlamadı. “Arı Türkçe” ,”destile”… Anlatamadım. Sonunda “haa! dedi PAK. Evet bir uzun süredir Türkçesinin pak olduğunu söylemeye çalışıyordum. Ama hep Arapça, Farsça kelimelerle. Öztürkçe pak kelimesini hatırlamamıştım. Gagavuz dostumun dili benimkinden daha Türkçe idi.